DEPRESYON NEDİR?

DEPRESYON NEDİR?

Birçok uzmana sorduğumuz ülkemizin ruh halini ve içinde yaşadığımız dinamiklerin ana prensipleri ile beraber kavramaya çalıştığımız, toplumumuzun tahammül seviyesinin en azlara inmesinin nedenleri üzerine Psikolog Nilüfer Demirhan’la keyifli ve birçok ayrıntıya dikkat çeken bir söyleşi yaptık.

işte bu keyifli söyleşinin detayları;

Ben, Uzman Psikolog Nilüfer Demirhan. Psikoloji bölümünde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra klinik psikoloji alanında yüksek lisans yaptım. Üniversite eğitimim haricinde üç yıl süren psikoterapistlik eğitimi aldım. Hala psikoloji alanındaki gelişmeleri yakından takip etmekteyim ve yetişkinler ile bireysel psikoterapi çalışmaları yürütmekteyim. Özellikle kaygı bozuklukları ve kişilik bozukları olan danışanlar ile çalışmalar yapıyorum.

Ruhsal bozuklukları ve depresyonu nasıl tanımlarsınız? Ayrıca bu hastalıkların çocuklarda ve yetişkinlerde görülme sıklıkları nelerdir?

Ruhsal bozukluk duygu, düşünce ya da davranışlarda problemlerle kendini gösteren ve kişinin gündelik yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir sağlık sorunudur. Ruhsal bozukluklar genellikle kişinin sosyal yaşamı, iş yaşamı ve yakınları ile olan ilişkilerinde meydana gelen problemler ile ilişkilidir.

insanlar yaşamlarında meydana gelen olumsuz olaylar karşısında üzüntü ve sıkıntı gibi depresif duygular hissedebilir. Bu duygular normal olarak kabul edilir ve genellikle tedavi gerektirmeden geçer. Ancak majör depresyon bir ruhsal bozukluktur. Majör depresyon yaşayan kişilerde çökkün duygu durumu, etkinliklere karşı ilgi kaybı, istemsiz şekilde kilo alma/verme, uyku problemleri, bitkinlik, değersizlik duyguları, suçluluk duyguları, dikkat sorunları, karar vermede güçlük, ölüm düşünceleri gibi semptomlar görülür. Tanı konulabilmesi için semptomların (tüm semptomların olması gerekmiyor) en az iki haftadır sürüyor olması ve kişinin toplumsal alanda ya da iş yaşamında işlevselliğinde değişimin olması gerekmektedir.

İnsanın yapısında depresyon var deniliyor bu ne kadar doğru? Ayrıca depresyonun hücreleri yavaşlattığı ve yaşlandırdığı doğru mu?

Bu şekilde bir genelleme yapılamaz. Her insan kendi biyolojik yapısı ve kendi biricik geçmişi ile ayrı bir dünyadır. Biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörler herkeste farklı şekilde belirleyici olmaktadır. Bununla ilişkili olarak da baş etme kapasitesi ve yaşanılan olaylar karşısında nasıl tepki verileceği kişiden kişiye değişmektedir.

Yapılan çalışmalar ve klinik deneyimler beden ve ruhun birbiri ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Ruhsal yapıdaki problemler bedeni olumsuz yönde etkilemektedir. Depresyon ile de pek çok bedensel hastalık arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Bazı çalışmalar depresyonun hücre ömrünü kısalttığını göstermektedir.

AİLE İLE SAĞLIKLI İLİŞKİ DEPRESYONDAN KURTARABİLİYOR

Olumsuz düşünceler depresif duyguları tetiklemektedir. Bu nedenle olumsuz düşünme eğilimi olan insanlar ve küçük olayları zihinlerinde felaketleştiren insanlar depresyona daha yatkındır. Ayrıca geçmiş yaşantısında ihmal, istismar gibi travmatik yaşantılara maruz kalan insanların iç dünyalarında kendileri ile ilgili olumsuz duyguların ve düşüncelerin olma ihtimali vardır. Böyle deneyimler yaşayan insanların hayatlarında karşılaştığı olaylar karşısında depresif duyguların tetiklenmesi daha kolay olabilmektedir. Bununla birlikte çocukluk çağında ailesi ile sağlıklı ilişkiler yaşamayan ve güvenli bağlanma kuramayan insanlar da hayatlarında sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanabildikleri için depresyona meyillidirler.

Kişi depresyonda ise bunu kendisi fark edebilir. Depresyondaki bir insan kendisini sürekli mutsuz hisseder, eskiden kendisine keyif veren şeyler artık keyif vermez, kişinin iş yaşamındaki performansı düşer, insanlarla ilişkileri bozulur. Ayrıca kişinin yakınları da kişideki değişimleri fark ederek geribildirimde bulunuyorlarsa bunları dikkate almak gereklidir.

Depresyona girmemek için nasıl bir yaşam tarzı ile düşünce tarzıyla yola çıkılmalıdır?

Kişinin kendisine dair farkındalığının olması önemli bir konudur. Ben kimim, nasıl bir insanım, neye ihtiyacım var, neden böyle davranıyorum gibi soruları sormak ve kendini tanımak önemlidir. Kişi kendisini tanıdığında ve hayatında bilinçli seçimler yaptığında karşılaştığı problemler ile baş etmesi daha kolay olacaktır.

Ayrıca olumsuz düşünmeye meyilli insanların da düşünme şekillerini değiştirmeleri, zihinlerinde felaket senaryosu oluşturmak yerine olayları daha normalize etmeleri faydalı olacaktır.

Kabullenme de önemli faktörlerden birisidir. Ölüm, kayıp, istenmeyen yaşam olayları gibi durumlar karşısında da kabul gösterebilmek önemlidir. Yaşanılan her şeyin bir deneyim olduğu ve her yaşantıdan öğrenilecek bir şeylerin olduğu unutulmamalıdır.

Bunlara ek olarak depresyona girilse de bunun dahi insanın yaşamında gelişim ve değişime yol açtığını söyleyebiliriz. Kişi depresyon döneminde yaşadığı acılardan da bir şeyler öğrenebilir ve gelecek yaşamını şekillendirmek adına bu deneyiminden yola çıkarak kararlar alabilir. Acı da insanı olgunlaştıran bir deneyimdir.

Sizce ideal bir psikolog aldığı eğitimleri kişisel yaşamına nasıl aktarmalı?

Biz psikologlar da birer insanız ve bizler de hayatımızda çeşitli problemler yaşayabiliyoruz. Ancak bir psikoloğun yapması gereken en önemli şey kendisine dair farkındalıklarını arttırması ve kendisini tanımasıdır. Psikolog kendisini tanıdığı ve kendi geçmişinden kaynaklanan duygularını çözümlediği zaman danışanları ile daha verimli çalışabilir.

Türkiye ölçeklerinde düşündüğümüzde psikolog fobisinin yenilmesi yani “psikoloğa giden delidir” mantığının çürütülmesi adına hiç çalışmalarınız oldu mu?

Türkiye’de psikoloji alanı son yıllarda önem kazanmıştır. Özellikle 1999 depremi sonrasında insanların yaşadığı ruhsal problemler ile psikolog mesleği daha fazla bilinir hale gelmiştir. Halkı bilinçlendirme amaçlı verdiğim bazı seminerler haricinde toplumsal bir çalışmam olmadı.

YAPILAN HER OLUMLU İLETİŞİM ÇOCUKLARDA GÜVEN DUYGUSUNU BESLER

Çocuklar okula başladığında ilk defa aile dışında bir ortama girmektedirler. Bu nedenle okulda kurulan ilişkiler çocuğun ruhsal dünyasında büyük izler bırakmaktadır. Öğretmenlerin sahip oldukları bilgileri öğrenciler ile paylaşırken bunu iletişim kurarak yapmaları önemlidir. Gerçek bir iletişim kurulduğunda yaşanılanların öyküleşmesi ve akılda kalması mümkün olduğu gibi, çocuğun ruhsal dünyasında da kendisine dair olumlu duygu ve düşüncelerin gelişmesine fırsat olacaktır. Öğretmenlerin öğrenciler ile kuracağı kısa iletişimler bile çocuklarda güven duygusunu besleyebilir.

Eğitim koçluğu yapmak için koçluk eğitimi ve psikoloji alanında bazı dersler alınmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.

Sizce ülkemizin psikolojisi bozuk mu?

Bu şekilde bir genelleme yapamayız. Ancak Türkiye’de mevcut olan bazı kültürel öğelerin etkisinden bahsetmek faydalı olacaktır. Geçmişte Türkiye’de toplulukçu bir kültür hakimdi, modernleşme ve batılılaşma ile bireyci kültür öğeleri de ülkemizde görülmeye başlamıştır. Bu farklılaşma aile içinde jenerasyonlar arasında çatışmalara yol açmaktadır. Örneğin toplulukçu kültürde yetişen anne babanın evlatları batılılaşma ile bireyci kültürün özelliklerini de öğreniyor, ailesinde farklı bir yaşam biçimi, dışarıda farklı bir yaşam biçimi yaşanmayabiliyor. Bu durum kişinin iç dünyasında bir bölünmeye yol açabildiği gibi, kendisinin kim olduğunu da belirlemesinde problemlere yol açabiliyor. Bu kişilerin de yetişkin olduklarında kimlik ve kişilik problemleri yaşama eğiliminin yüksek olduğu söylenebilir.

ÖĞRETMENİM DERGİSİ / Temmuz – AĞUSTOS